DAMLA SÖNMEZ VE BİTMEYEN ENERJİSİ
Bu yıl Sibel’le hayatımızın tam orta yerine düşen, sinemanın yanında tiyatroları, dizileri ve kısa filmleriyle sürekli yeni şeyler üreterek bize enerji veren Damla Sönmez’le uzun Sibel maratonunu, oyunculuğu ve anılarını konuştuk.
Sibel’le başlayalım. 2018’in ortalarından beri uzun bir maratonundasın, 2019’da da devam etti bu maraton ve sonunda film vizyonla buluştu. Nasıl geçti ve sürüyor bu yolculuk?
Evet, yarış yolculuğu bitti aslında Sibel’in, şimdi Belçika’da MOOOV Festival’de kapanış filmi olarak gösterilecek ve ben de uluslararası jüri üyesi oldum orada, kapanışına ve söyleşine gideceğiz yani. Dediğim gibi yarış dönemimiz bitmiş olsa da seyirciyle buluşmaya devam ediyoruz.
Sibel özel bir yerde mi senin için? Ayvalık Film Festivali’ndeki sohbetimizi hatırlıyoruz, Ekim başıydı… O günden bugüne uzun bir maraton.
Aslına bakarsanız ekip için çok daha uzun bir maraton. Elbette özel bir yerde, 30’lu yaşlara geçiş önemlidir ya… Zaten yıllardır hepimiz çok sıkılmış durumdayız kendimizi sansürlemekten, bir şey söylerken beş kere düşünmekten; tam da bu zamanda öyle bir kalabalıklık hissi verdi bana tüm festivaller ve söyleşiler ve sohbetler. Artık bir dert ediniyorsam, o şey karşımdakine zarar vermediği ve birinin hakkını engellemediği sürece, dile getirdiğim zaman başka birisinin de aynı derdi edindiğini ve söylememek için kendini tutmuş olabileceğini anlıyorum. “Aynı şeye dertleniyoruz biz ya” diyebilmeye başlıyoruz, o çok güzel bir şey. Bir yandan, Damla olarak, gerçekten bir projenin en başından beri; senaryosundan provalarına, mekan seçimlerine kadar içinde olmak, Çağlaların “Gel hayalimize ortak ol” yerine “Gel hayal kuralım” demiş olmaları çok önemliydi benim için, bu durum da hem işi hem karakteri daha çok sahiplenmemi sağladı. Diğer yandan, hikaye anlatmaya başlamak açısından da bir eşik oldu. Çağla ve Guillaume, bir meselenin nasıl birçok bakış açısından bakarak anlatılabileceğinin, nasıl daha duyulur kılınabileceğinin pratiğini yapmama vesile oldular. Aynı şehirde, aynı mahalledeyken bile aynı duyguları aynı şekilde tecrübe etmemiş olabiliyoruz ve film süreci, birini anlayıp kendini anlatmak, başka açılardan bakabilmek konusunda da çok yardımcı oldu bana.
Geçen yıl tiyatro vardı, 7YÜZ ve diğer dizi projeleri vardı, bu sene tabii ki sinema var; bir yandan da kısa film projelerine dahil oluyorsun. Bu tempo seni besliyor mu?
Evet evet besleniyorum. Bir dönem yoga eğitmenliği kursuna başlamıştım, anatomi çok ilgimi çekiyordu çok eğleniyordum. Yanlış hatırlamıyorsam kas ve kemikler arasında fasya diye bir doku var, uyuduğumuz zaman jöle kıvamını alıp sertleşen bir yapı, o yüzden sabahları esnemek çok önemli. Aslında hayatta durmak da aynı durumu doğuruyor, durduğun zaman jöle kıvamını alıyor bazı şeyler. Tempo besliyor o yüzden.
Şimdi bir başa dönüp sonra kaldığımız yerden devam edelim. Oyunculuk senin için nasıl başladı, karar verdiğin anı hatırlıyor musun?
O anı hatırlamıyorum ama annemlerin anlattığı hikayeler var. Geçen gün tıpla arkeolojiyi birleştiren bir meslek olduğunu öğrendim mesela, inanılmaz bir meslekmiş, hala bazen “Onunla ilgili mi eğitim alsaydım acaba” dediğim oluyor ama annem “Seni 5-6 yaşında çocuk oyunlarına götürmeye başladık, o zamandan beri tiyatrodan başka bir şey söylemiyorsun” diyor. “Senin göbek bağını oyun parkına attık, o yüzden oyuncu olmak istiyordun" şakaları var ailede…
Meslekle ilgili her yeni hikaye ve karakterin, beni yeni bir şeyler öğrenmeye zorlamasını çok seviyorum. Karakterin yaşadığı dönemdeki sosyal yapı bile birçok şey söylüyor bana, odaklanmamı sağlıyor.
Sibel için daha önce yaptığımız röportajda Çağla Zencirci, senin rolün hakkında “Hiç konuşmasına izin vermiyoruz bir kere. Hem ıslık çalarken yüzü deforme oluyor; böyle bir şeyi tercih etmeyebilir diye düşündük.” diyordu. Bu çekince sende de oluştu mu? Oyunculukta kendine meydan okumak, risk almak senin için ne ifade ediyor?
Fiziksel olarak değişebiliyor olmak çok eğlenceli bence. Bana bir sürü oyuncak verilmiş gibi geliyor, örneğin Sibel’in fiziksel olarak o kadar dayanıklı olması benim için bir oyuncaktı. Çok fazla spor yapan biri değilim ama o dönem karaktere uygun yaşamam gerekiyordu. İlgi alanları açıyor oyunculuk.
Fotoğraf: Cemre Okyay
Fransızca eğitimi ve oyunculuk mesleğini aynı kefede düşünelim; hiç mesleğini Fransızca icra etmeyi düşündün mü?
Hiç yapmadım ama düşündüm, şu anda görüştüğümüz yerler var. Bu aslında tam olarak şu sıralar üstüne düşündüğüm bir konu. St. Joseph’teyken hep Türkçe tiyatro kolundaydım, Fransızca tiyatro koluna hiç yanaşmadım çünkü dilin, duyguların en önemli aktarma aracı olduğunu ve anadilim dışında bunu yapamayacağımı düşünüyordum. Şimdi geldiğim noktada şunu biliyorum, hiç konuşmadan bir şeyler anlatabiliyorsam eğer, bir dili de oranın yerlisi gibi konuşmayı öğrenebilirim demek ki. Bunlar tam da şu sıralar üstüne düşünüp araştırdığım şeyler, seneye bu soruyu yeniden sorarsanız daha fazla şey söyleyebilirim size.
Tamamdır, üstüne konuşacağımız bir konumuz oldu bile. Şimdi senden şu cümleyi başından geçen ve anlatmak istediğin bir anıyla, çekimler sırasında karşılaştığın bir olayla ya da sadece şu an yaptığı çağrışımla tamamlamanı istiyoruz: “O gün Sibel’in setindeydim ve…”
O gün Sibel’in setindeydim ve akşamüstüydü, çekimimizi bitirmek üzereydik, atmosfer sesi alınması gerekiyordu, bütün ekip ormanda Sis Dağı’ndaydık. Normalde “Sessizlik!” denilir herkes yaptığı işi bırakır, yürümez bile kimse o sesin alınabilmesi için. Ama yardımcı yönetmenimiz Sophie Davin “Sessizlik alabilir miyim, atmosfer sesi alacağız, sizden bir şey rica edeceğim, herkes beş dakika için medite hale geçip ormana teşekkür edebilir mi?” dedi. İnanılmaz bir beş dakikaydı. Şimdi bile tüylerim diken diken oldu, gözlerim yaşardı. İki hafta boyunca çalıştığın, koştuğun, tuttuğun, sarıldığın, yuvarlandığın doğaya “Sağ ol izin verdiğin için” demek gibi bir şeydi, Sophie’den bunun gelmesini hiç beklemiyorduk, çok güzel bir ana dönüştürdü atmosfer sesini.
Bir karakterde seni kendine çeken en büyüleyici etken ne?
Senaryo okurken bir noktada ben karakterin sesini, konuşma biçimini duymaya başlıyorum. Sibel o yüzden de enteresandı. Hikayesi önemli olan şey, bu sebeple de “Nasıl bir karakter oynamak isterdin” sorusuna bir cevap veremiyorum. Çünkü bir bütünlüğün için var oluyor karakter, hatta bütünlüğü de o yaratıyor, dönüşümlü bir süreç o.
Kariyerinde hiç beklemediğin anda aldığın, aklında çıkmayan bir tavsiyeyi ya da nasihati paylaşır mısın?
Biraz kontrol delisi bir yapım var, aslında yıllardır duyduğum bir şey varmış benim: Sabırlı olmak ve teslim olmak. Birlikte çalıştığın insanlara teslim olmak, güvenmek.