Ütopya ve İdeoloji: Bir Karl Mannheım Okuması
"Ütopyalar çoğu zaman erken gelmiş hakikatlerden başka bir şey değildir"
Lamartine
Karantina günlerine olumlu bir tarafını bulmaya çalışırsak, uzun zamandır beklettiğiniz kitapları okuyabilme fırsatını yakalamak onlardan bir tanesi olabilir sanki, ne dersiniz? Hem kendimize, hem de topluma karşı bir sorumluluk duygusuyla evlerimizde kalmamız gereken bugünlerde, yaşanan üzücü gelişmeleri bir an için unutup, zihnimizi rahatlatacak, odağı değiştirecek şeyler yapmak faydalı olacaktır. Bu nedenle biraz ağır okumalara yöneldim. Yine okurken, düşünelim, düşünürken sorgulayalım istedim. Amaç cevaplar bulmaktan ziyade, yine doğru ve makul soruları bulmak olsun.
Bu haftanın okuması olarak bilgi sosyolojisi kuramcısı Karl Mannheim'ın en önemli eserlerinden biri olan İdeoloji ve Ütopya'sını seçtim. Buradan küçük kesitlerle bazı konuları merceğe almak isterim.
Karl Mannheim
Ütopya, İdeoloji ve Gerçeklik Problemi başlığıyla kaleme aldığı bölümde Mannheim ütopik olanı "meydana geldiği gerçeklik ile uygunluk içinde olmayan bilinç durumu" olarak tanımlıyor. Genel olarak ideoloji ve ütopya arasında bir turnusol betimlemeye çalıştığı bu bölümde, ütopya'nın kurulu düzeni parçalayan, devrimsel bir niteliği de içinde barındırıyor olmasıyla ideoloji'den ayrıldığını söylüyor. Kurulu düzeni aşkınlaştırıcı bir düzlem yaratıp var olan düzeni parçalayan yönelimler olarak ütopyayı sınırlandırırsak, ideolojiden bir ayrım elde edebiliriz. Kurulu düzeni aşkınlaştırma çabası, var olan düzeni yeniden inşa etmek ya da var olan düzenin gerçekleşmesini perçinlemek gibi bir amaca da hizmet edebilir, diyor Mannheim. Bu tip bir aşkınlaştırma çabası ille de parçalayıcı bir vazife göğüslemez. Landauer'in sözüyle, "bir müddet için de olsa, geçerli olarak etkin olabilen her düzeni 'topya' olarak adlandırırsak, idealler devrimci bir işleve sahip oldukları her yerde ütopyaya dönüşür.
Mannheim'ın 'gerçek'i ele alış biçiminin de altını çizmek gerekir. Bu irdelemede Mannheim, felsefî bir problemden ziyade tarihsel ve sosyolojik bir açıdan ele alır. Varoluş ve gerçeklik için bu perspektiften bir tanım çerçevesi oluşturarak, bu çerçeveden ideol ve ütopya meselesine yaklaşır.
Ütopya ve ideoloji arasında kendi deyimiyle "bu ilk bakışta biçimsel olan ayrım", kolay görünse de, teke tek, somut olarak bu ayrımı yapmak zorludur. Biraz derine indiğimizde toplumsal tabakalar anlamında, kimin ütopyası, kimin ideolojisi sorgulamalarına girmek konuyu detaylandıracaktır. Mannheim'a göre toplumsal düzende, var olan yapıyı temsil eden tabakaların yaptığı "gerçek" tanımlaması, muhalif tabakaların tanımladığı "gerçek" tanımlamasıyla uymayacaktır. "Belli bir varoluşsal gerçekliğin temsilcileri, kendi bakış açılarından hareketle prensip olarak hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek tasarımları ütopya olarak adlandırırlar." İşte bu adlandırma, kavramı 'gerçekleşemez bir tasarım'a indirgediğinden ütopya'yı günümüzde baskın olarak kullanıldığı anlamına büründürür.
Buradan hareketle mutlak ve yalnızca göreli olarak gerçekleştirilemez diye bir ayrıma gidilir. Bu ikisi arasındaki ayrımın iktidardaki tabaka tarafından görmezden gelindiğini öne sürer. Bu reddedişin altında ise, mevcut düzen sürmekteyken gerçekleştirilemez olan'ı, mutlak gerçekleştirilmez (hiçbir koşulda gerçekleştirilmez) olan gibi gösterme çabası, bu ikisini birbirine yaklaştırma çabası söz konusudur. Böylece "göreli ütopik olan"dan kaynaklanabilecek bir tehlikenin önüne geçilir. Bu yüzden, "doğru" ütopya kavramını ortaya çıkarabilmek için, tekil ve taraflı yaklaşımları bilgi sosyolojisine katıştırmak gerekir.
"Varoluşun ta kendisinden değil, tarihsel-toplumsal açıdan somut olarak belirlenmiş olarak sürekli değişen bir varoluştan hareket ederek, başta gerçekliğin dinamik niteliğini hesaba katmayı hedeflemektedir. Ayrıca, tarihsel-toplumsal açıdan niteliksel olarak derecelendirilmiş bir ütopta kavramını ortaya koymayı ve nihayet 'göreli olarak ütopik olan'la 'mutlak' olanı birbirinden ayırmayı hedeflemektir." (Mannheim, 2016, s.222)
Ütopyaların bir vazifesi olarak da toplumun tarihsel dizgide ileri taşımaktır. Varoluş, ütopyaları doğurur, ütopyalar ise varoluşu bundan sonraki varoluş yönünde harekete geçirir; der Mannheim. "İnsanların yapması gereken şey, durumları yeni düşüncelere, düşünceleri ise yeni durumlara dönüştürmektir" (Droysen, 1925, s.79). Ütopik olanı somut bir düzlemde ele alabilmenin her zaman bir varoluşsal aşamadan geçmesi nedeniyle, bugünün ütopyalarının yarının gerçeklerine dönüşebilme ihtimaline prim vermek durumundayız. Buradan, az önce bahsettiğim tabakasal yaklaşım farklarına tekrar bir işaret etmek gerekirse, Mannheim'a göre, "belli içeriksel değerlere ütopyacılık damgasının vurulması, çoğu zaman bir önceki varoluşsal aşamanın temsilcileri tarafından yapılmaktadır".
Neyin yükselen sınıfların (var olana belki de meydan okuyan) ütopyası, neyin mevcut güç sahibi sınıfların ideolojisi olduğu ayrımını yapmak bilhassa birbiriyle çatışmakta olan tasarımlar için zorlaşır. İdeolojinin de, ütopyanın da kıstasının hayata geçirmek olduğunu düşünürsek, "olmuş ya da yükselmekte olan bir yaşamsal düzenin üstünde maskeleyici tasarımlar olarak süzüldüğünün daha sonra ortaya çıktığı fikirler"e ideoloji diyor Mannheim. Tarihsel-toplumsal varoluş üzerinde herhangi bir zamanda dönüştürücü etki yapmış olan, tüm varoluşu aşkınlaştırıcı tasarımlara ise, ütopya.
Bugünkü mevcut düzen geçmişgünün mevcut düzenlerini aşkınlaştıran hangi mevhumlarını doğurdu? Hangi ideolojinin iktidarı, mevcut "göreli gerçekleştirilebilir" olanları "gerçekleştirilemez" olarak boyuyor? Post-modern dünyada Mannheim, ütopya ve ideolojiyi tekrar tanımlamak istese, nasıl tanımlardı? Bilgi teknolojileri, iletişim ağları, yeni iş tanımları, yapay zekâ, markaların hegemonyası, kimlik-beden-kent ve benzeri bağlamlar yaratsak, ütopya-ideoloji-distopya nerelere düşer.... Sorularıyla yazımı sonlandırırken, herkese bol düşünmeli, tüm beyin sinirlerini aktive edici, bugünün varoluşsal düzenine farklı açılardan yaklaşıp kendi "mutlak gerçekleştirilir" gerçeklerini keşfetmeye davet ediyorum.
Sevgiyle ve umutla kalın!