Yediğiniz içtiğiniz size kalsın, bize karantinada gördüklerinizi anlatın
Karantinayla birlikte bizi evlere sokan hayatımız, günlük ritmini son iki yüzyıldır hiç olmadığı kadar yavaşlatmaya koyulmuş olsa da bu ahestelik dijital dünya için söz konusu değil. Hele ki içerik akışı birkaç vites birden artmışken. Dış dünyaya bağlanabilmemizin tek formülünün dijital olduğu şu günlerde tüm alışkanlıklarımız baştan yazılıyor hatta birkaç gün içerisinde eskiyip yerini bir yenisine bırakıyor. Dijital platformlar sayesinde dizilere bölünmüş ve dikkat aralığı birkaç dakikaya inmiş olan izleme alışkanlıklarımız ise yepyeni teknolojiler olmasa bile bir buçuk ay öncesinde yaygın olmadığı için ‘yeni’ sıfatını hak eden bazı uygulamalar eşliğinde kendini güncelliyor.
YouTube’un yükselişini hayranlık ve şaşkınlık arası hislerle izlerken, "yazılı" içeriklerin belki çağ dışı kalacağına dair atılan nidalara da şahit oluyorduk. Günlük ve eğlencelik içerikler değil, habercilik de YouTube üzerinden artık var olacaktı. Z kuşağı çoktan oraya yerleşmişti. Büyükleri de yavaştan onları takip etmiş hatta büyükanne ve dedelerini de peşlerinde götürmüşlerdi. Günde 30 milyon kullanıcıya ulaşan bir platformdan bahsediyoruz. Bir dönüşüm başlatması kaçınılmazdı tabii. Hem Instagram’la da kol kola vermişlerdi; görme şekillerimiz ve içeriğe ulaşma taleplerimiz artık bambaşkaydı.
‘‘Video içerikler baskın olacak, görsellik içeriğe yön verecek’’ diyerek öngörmeye çalıştığımız geleceğin beklediğimizden de yakın olduğunu tahmin etmiyorduk tabii. (Bu sadece medya ve içerik dünyası değil, diğer alanlarda da geçerli bir durum.) COVID-19 tüm insanlığı evlerine yollarken ekranlarımıza kilitlenmiş, evimiz dışında olan biten hiçbir şeyi kaçırmamaya neredeyse and içmiştik. Bu şaşkınlık hali sadece biz izleyiciye değil; yayınlara, markalara ve onların sosyal mecralarına da hakimdi. Yanlarına bir de tüm planlarını ve etkinliklerini başka baharlara ertelemek zorunda kalan kültür-sanat çevreleri eklendi. İptaller iptalleri izlerken kitleleriyle bağlarını koparmamak adına sağlam bir içerik akışına giriştiler. Tabii ki ekranlar üzerinden.
Yeni mecralar, beklenmedik içerikler
İzleyici artık evdeydi ve ne yapacağını bilmez bir şekilde ekrana bakıyordu. Hem artık bolca vakti de vardı; eskiden ekranı hızlı hızlı aşağı kaydırarak, maksimum beş-on saniye durarak baktığı içerikler karşısında uzunca vakit geçirebiliyordu. Yeni içerik formülleri de bu esnada ortaya çıkmaya başladı. Çok eski bir zaman öncesine aitmiş gibi bahsediyoruz tüm bunları ama şu bir buçuk ay o kadar hızlı geçti ki hem kendi kendini değiştirdi hem de öncesinde olup biten her şeyi eski bir dünyaya aitmiş gibi gösterdi.
Aslında "sosyal mesafe" ibaresinin "fiziksel mesafe" olarak değiştirilmesi gerektiğini de çok geçmeden anlamış bulunduk. Instagram sohbetleri, Zoom toplantıları, FaceTime görüşmeleri derken, daha önce hiç olmadığımız kadar sosyaldik, aramıza sadece fiziksel mesafeler girmişti. Bir araya gelemiyor oluşumuzu telafi etme görevini de görüntülü konuşma imkanı sağlayan bu uygulamalar üstlendi. ‘‘Zoom’’ pek çoklarının adını bile duymadığı bir uygulamayken, hisseleri katlanarak büyüyen dünya devi bir şirkete dönüştü. Gamer’ların değerini bildiği ama günlük hayatta çok da yaygın olmayan Discord ve Twitch, yemek tariflerinin bile verildiği yerlere dönüştü. Instagram ise… En çok hareket orada muhtemelen. Akşam saat sekizden sonra, televizyonlardaki prime time dediğimiz o coşkulu saatler yaşanmaya başladı Instagram’da. Herkes canlı yayındaydı artık. Müzisyenler, oyuncular, spikerler, şefler… Arkadaşlarıyla muhabbetlerini yayınlamak için bile canlı yayın açanlar vardı. Bunun garip bir birleşimini her gece görüyoruz ve bu dönemin yepyeni dinamikleri de peşinden getirdiğini kocaman bir şaşkınlık ve garip bir sevinçle izliyoruz: Arkadaşça geyik muhabbetlerini Instagram’da canlı olarak yayınlamaya başlayan müzisyen/oyuncu Bartu Küçükçağlayan ile sinema yazarı Melikşah Altuntaş’ın her gece 00.00’dan sonra yaptıkları yayınlar artık on binlerce kişi tarafından izleniyor. Hem de her şey birkaç hafta içinde gerçekleşiverdi.
Dev bir içerik bulutu
"Toplaşmayı" ve bir arada olmayı gerektirecek her eylem artık bu yayınlar ve görüşmeler üzerinden devam edebiliyordu, ki aslında çokça yerilen dijitalin nimetleri bunlar. Canlı yayınlarla müzisyenlerin evlerine bağlanıyor ve konserlerini, bambaşka koşullar altında olsa da dinlemeye devam edebiliyorduk. Tiyatrolar da arşivlerini dijitale yüklemişler, birebir sahne üzerinden olmasa da bize oyunlarını izleme fırsatı sağlamışlardı. Seminerler ve konferanslar, süratle dijitale ayak uyduranlar arasında. Eskisine göre daha az karizmatik belki, neticede ev ortamındayız, daha rahat kıyafetler ve ekranın önüne zıplayıveren kedilerle bozuluyordu ciddiyet. Bir de tabii, sizi oturduğunuz (hatta belki de yattığınız) yerden koca koca ustaların efsane eserleriyle buluşturan müzeler var ki, bu zamana kadar bu online zenginliği keşfedemediğimiz için halimize yanmamız gerek.
İş toplantıları için çok kişiyle rahatça konuşma imkanı sağlayan Zoom ise dünya çapında bir parti mekanına dönüştü. Hatta bu süreçten Club Quarantine diye bir oluşum bile çıktı.
Dijital yeni dünya
Torontolu dört queer arkadaş, evdeki yalnızlıklarına çare olarak, hasret gidermek amacıyla kendi aralarında başlattıkları video görüşmelerini, müzik ekleyip Zoom’a taşıyınca olanlar oluyor. Her akşam Toronto saatiye 21.00’da Club Q’da başlayan sanal partilerin Zoom kodları Instagram hesaplarının bio’sunda her partiden önce paylaşılıyor. Bir anda yüzlerce kişinin katılımıyla dünyanın en büyük sanal partisine dönüşen Club Q’nun yaratıcıları kayıt sanatçısı Andres Sierra, sanatçı-yapımcı/DJ Casey MQ, komedyen Brad Allen ve dijital yaratıcı Mingus New Club Q’nun tamamen ihtiyaçtan doğduğunu ama LGBTQ+ toplulukları sayesinde bu kadar büyüyüp herkesin ilgisini çektiğinin altını çiziyorlar. Club Q uluslararası güçte bir etkinlik olsa da büyüklü küçüklü pek çok özel parti kitleleri buluşturmaya devam ediyor. Hem de dress-code olmadan, maske-eldiven takmadan, içeri girme sırası beklemeden, güvenlikten seker miyiz endişesi olmadan. İhtiyacınız olan tek şey, kullanıcı adı ve şifre.
Bunların hepsi size bilim-kurgu filmlerini hatırlatıyor olabilir. Evet, sanal alemin içine tahminlerimizden de hızlı daldık. Günü kurtarmak için yaratılan bu çözümlerin kaçı geleceğe kalacak ve sosyalleşme şekillerimizi değiştirecek, şimdilik öngörmek güç olsa da içerik dengesinde büyük bir değişiklik olduğu kesin: Eskiden uğruna kilometreler kat ettiğimiz pek çok etkinlik veya toplantının evden çıkmayı bile gerektirmediğini gördük mesela. Bazıları ise saatlerce ekran başına kilitlenmeyi gerektiriyormuş meğer. Oysa belki de dönüp bakmazdık bile. Dijital alemin hayatımıza soktuğu bu ‘içerik’ mevhumu, daha kim bilir ne şekillerde evrilecek önümüzde.