BİR TENİS MAÇI BİZE BAŞARISIZLIKLA İLGİLİ NE ÖĞRETEBİLİR?
2014 yılının Ocak ayında gerçekleşen bir karşılaşma, tarihin en keyifli tenis maçlarından biri olmasının yanında bizi, başarıyla olan ilişkimizi gözden geçirmeye itebilir.
Başarı öyküleri dinlemeyi çoğumuz severiz. İngilizcede underdog olarak adlandırılan kavramın anlamını “beklenmedik şekilde dipten gelip yükselen, başarılı olan” şeklinde bir çeviri karşılayabilir. Toplumun sizin için belirlediği yollara girmediğinizde, hangi alanda çalışıyor olursanız olun ister istemez bir underdog hissi doğar. Dolayısıyla eğer bu hisse kenarından köşesinden sahipsek, yokluktan gelip büyüyenlerin hikayelerinde kendimizi buluruz. Ancak bu hikayeler her zaman yolun başında yazılmaya başlanmaz. Kimisinin anlatacak bir hikayeye kavuşması yıllarını alır. Onları yıllar boyunca devam etmeye zorlayan da başarıyla olan ilişkileridir. Daha doğrusu, başarısızlıkla olan ilişkileri, başarısız olma biçimleri.
Bu öyküler bize salt bir şekilde dikte edilmemişse, aksine eğer gözlerimizle tanık olmuşsak, o zaman anlamları da artar. Şimdi tenis tarihinde özel bir güne yolculuk yaparak, bir maçın, bir dövmenin ve bir hayat görüşünün bize iş hayatı ve başarısız olmakla ilgili ne katabileceğini inceleyelim.
2014 yılının Avustralya Açık Erkekler Finali’ydi. Kortta dünyanın 1 numarası Rafael Nadal ile dünyanın 8 numarası Stanislas Wawrinka karşı karşıyaydı. O güne kadar -eğer çok sıkı bir tenis izleyicisi değilseniz- adı sanı pek duyulmamış Stanislaw Wawrinka, Nadal önünde alışılmadık bir maça çıkmak üzereydi. O dönem Wawrinka’ya yabancı olmanız normal karşılanırdı çünkü kendisi uzun bir süredir İsviçre’nin en iyi ikinci tenis oyuncusuydu ve bir numaraki Roger Federer’in gölgesi öyle büyüktü ki, Wawrinka dikkatleri pek üzerine çekemiyordu.
Korta çıktığı andan itibaren Stan’in sol kolunda el yazısıyla yazılmış bir dövme izleyenlerin ilgisini çekti: Ever tried. Ever failed. No matter. Try again. Fail again. Fail better. (Hep denedin. Hep yenildin. Önemi yok. Yeniden dene. Yeniden yenil. Daha iyi yenil.) Samuel Beckett bu kelimeleri 80’lerin başında yazdığı Worstward Ho hikayesinde kullandığından beri bu cümle, söz konusu başarısızlık olduğunda akla ilk gelenlerden biri.
Söze aşinaysanız ama o maçı kaçırmışsanız, belki Game of Thrones’da bir benzerini duymuş olabilirsiniz. 6. sezonda Ser Davos ile Jon Snow’un bir sahnesi, aslında Beckett’a da saygı duruşu niteliğinde. İzlemeyenlerin tadını kaçırmamak için detaya girmiyorum, sahnede bir konuda başarısız olduğuna inanan Jon Snow, Davos’a “Nasıl yapılacağını bilmiyorum. Bildiğimi sanmıştım. Başarısız oldum.” diyor ve Ser Davos, Jon’a bakıp istifini hiç bozmadan sahnenin lafını söylüyor “Güzel. Şimdi git ve bir daha başarısız ol.”
Tenisi iş dünyasıyla, hatta genel anlamda hayatla özdeşleştirdiğimiz zaman Beckett’ın sözlerini uyarlamak da daha kolay. Teniste ezeli rakipler var, kortta rekorlar kırılıyor, beklenmedik isimler beklenen isimleri yeniyor ve belki de en önemlisi, istikrar uzun vadede sağlanıyor; kariyeri sadece görkemli şekilde yükselerek geçmiş bir isim yok, çıkışlar her zaman inişlerle dengeleniyor, yıllar sonra hatırda kalan bir oyuncunun kendini tanımladığı anlar oluyor. Stanislas’ın 2014’te ateşlediği fitil de, günümüzde onu nasıl hatırlayacağımızı belirleyen dönem oldu.
Stan’in dövmesinin artılarını biraz daha irdeleyelim. Hayattaki mottonuzu bir dövmeyle her zaman vücudunuzda taşımayı istemek anlaşılır bir durum. Ancak Stan, bunun için özel bir yeri seçmiş. Her servisten önce topu sol eline alıyor, servise yükselirken gözleri yalnızca sol kolunda raketinin ucuna dek uzanan sözleri görüyor: Önemi yok. Yeniden dene. Yeniden yenil. Daha iyi yenil. Kendine başarısızlığı maç içinde onlarca, belki yüzlerce kez hatırlatmaktan geri durmuyor, bir anlamda sürekli onun üstüne gidiyor.
Ben Hershey/Unsplash
Nadal karşısında alınmasına pek alışkın olmadığımız puanlar alarak, sonradan göreceğimiz hırçın kişiliğini oyuna pek yansıtmadan olağan konsantrasyonuyla ilk seti 6-3 kazandığında, Wawrinka’yla ilk kez tanışanlar için, kariyerinde kolunda yazan cümlenin hangi safhasında olduğunu bilmek zordu. Ortaya koyduğu oyun sonucunda pek de ‘yenilmişe’ benzemiyordu. Oysaki ilk set bittiğinde karşımızda profesyonelliğinin 12. yılında olan, o güne kadar yalnızca 4 küçük turnuva şampiyonluğu bulunan 29 yaşında bir oyuncu vardı ki bu tablo, bugünün standartlarında yaşını almış, aradığını bulamamış ve sahneden çekilmesine çok uzun süre olmayan bir oyuncu profili çiziyor. Ancak Wawrinka’nın önlenemez yükselişi daha yeni başlıyordu.
Tesadüflere inananların yeniden düşünmesine sebep olan ikinci set sonunda Wawrinka, Nadal’ı 6-2’yle geçti ve farklı bir şeylerle karşı karşıya olduğumuzu hepimize hissettirdi. Üçüncü set, hayatın daima iki kefesi olduğunu hatırlatan cinstendi. Ortada bir gerçek (Nadal) vardı ve acaba bir buçuk saattir izlediğimiz (Wawrinka’nın yükselişi), kısa sürecek bir rüya mıydı? Neticede Nadal seti 6-3 kazandı ama bu set, cümlenin öne çıktığı ve anlamını iyice kazandığı set olacaktı.
Son set 6-3 ile İsviçreli lehine bittiğinde, hayatı 2 saat 21 dakika sonunda değişen Wawrinka, kariyeri boyunca karşısında tek bir set dahi kazanamadığı Nadal’ı mağlup ederek kariyerinin ilk Grand Slam şampiyonluğunu kazanıyor, 2009’dan o tarihe dek ‘big four’ olarak anılan Nadal, Federer, Djokovic ve Murray’nin dışında büyük turnuvaları kazanan ilk isim oluyordu. Başarısı çok katmanlı, birçok ilki barındırıyor ve bu gerçeklerle birlikte akla yeniden sol kolundaki dövme geliyor: Stanislas aslında hep denemiş ve hep yenilmişti. 12 yıl boyunca Nadal ile 12 kez karşılaşmış, büyük devi hiç yere yıkamamış, biz de onun hakkında hiç konuşamamıştık. Ama o bu süreçten keyif aldı, yanına kar olarak alabileceklerinin hesabını yaptı. Yolun sonuna yaklaştığını söyleyenlere aldırmadı ve oyuna devam etti. Onun sırrı biraz da, turnuva sonrası dövmesiyle ilgili yaptığı açıklamada gizliydi.
“Bu sözleri çok önce görmüştüm ama dövmeyi geçen sene (2013’te) yaptırdım. Aklımdan hiç çıkarmadığım bir sözdü. Hayatı ve tenisi böyle görüyorum. Her zaman hayal kırıklıkları, her zaman acılar olacak. Yalnızca bunu kabul etmeli ve pozitif olmaya çalışmalısınız çünkü kaybedecek ve başarısız olacaksınız. Bizler çoğu turnuvayı kazanan Nadal ya da Djokovic değiliz.”
Bu sözleri söyleyen oyuncunun önce Djokovic’i ardından Nadal’ı yendiğini görünce, rakibi küçümsememenin, hatta belki de onu olduğundan bile daha güçlü gören bir zihin yapısı oluşturmanın önemi beliriyor. Wawrinka, kendini de rakibini de tanımaya çalışan biri. İnsanların neden onu seyretmekten keyif aldıkları sorulduğunda verdiği yanıt, dövmeyi yalnızca kolunda değil aklında da taşıdığını gösteriyor:
“Keyif alıyorlar çünkü sanırım çılgınlar gibi oynayıp onca maç kaybetsem de insanlar kazandığımda hep sevindiler. Dünya sıralamasında kaçıncı olduğumun bir önemi yok, keyif almaya ve daha iyi oynamaya çalışıyorum. Her zaman kazanamayacağım ama hep yeniden deneyeceğim.”
Bir işe girip ya da kendi işinizi kurup ilk paranızı kazandığınız günü düşünün. O gün, Nadal’dan ilk sayısını alan Wawrinka’yla aynı kişisiniz. Yıllarca ‘big four’ kortları domine ederken herkes onlara kaybediyordu, Stan’in de o anlamda kimseden farkı yoktu. O da setler kazanıyor fakat maçlar kaybediyordu. Ancak Wawrinka o maçla birlikte, tenis dünyasının gördüğü en büyük şampiyon Roger Federer’le aynı millete mensup olmasına rağmen kariyeri boyunca diğer İsviçreli olarak anılmayacağını gösterdi, asi ve inatçı karakteriyle adını hafızalarımıza kazıdı. Günün sonunda hangi sektörde hangi ürünü ürettiğimizin pek de önemi kalmıyor, “nasıl” yaptığımız, “ne” yaptığımızın önüne geçiyor. Wawrinka’ya başarısızlığın değil de başarının formülü sorulduğunda, cevabı hazır:
“Her zaman adım adım ilerledim. Önce profesyonel bir tenis oyuncusu olmak istedim. Ardından ilk 100’ü hedefledim, ardından ilk 50’yi. 1 numara olma ya da Grand Slamler kazanma isteğiyle ilk adımı atmadım. İstediğim tek şey sınırlarımı zorlamaktı, böylece hiçbir zaman ‘keşke’ demeyecektim.”
Bugün dünya 59 numarası olsa da, her servisinde sol kolunda taşıdığı dövmeyle göz göze gelen ve başarısızlıkla bu denli iyi geçinen bir adamın, yeniden puanı alacağı günler uzak değil.