Uzaklara uçmak, yalnız ve korkusuzca…
Konuk yazarlarımızdan Didem Mollaoğlu, 37 yaşında tüm eşyalarını satıp, tek başına kafasına estiği gibi dünyayı dolaşma tecrübesini yazdı.
İlk yalnız seyahatimi 12 yaşında Karadeniz Ereğli’den İstanbul’a yaptığımda ailem “Milli oldun” demiş, sevinmişti.
Kadının adının olmadığı bir ülkede doğmuş, kadının adı olması gerektiğini düşünen bir ailede büyümüştüm.
Bizim ailede “Milli olmak” kavramının cinsellikle ilgili bir tabir değil, hayatımızda ilk kez deneyimlediğimiz durumlar için söylenmesi bundan. Milli olmak: Bir gururun ifadesi!
Sadece kadın-erkek ayrımı da değil mesele. Yalnız yaşama, tek başına vakit geçirme pratiği olmayan bir toplum bu aynı zamanda. Bakmayın 12 yaşında İstanbul’a tek başına gittim diyerek hava attığıma. Yalnız başına hareket edebilen biri değildim. Kolektif bilinç dedikleri, zihnimin en derin kuytularına kadar işlemiş belli ki. Çünkü ‘yalnız olmak’, ‘yalnız bir şeyler yapmak’ çok normal değildi. Dışarı çıkarken, seyahat ederken hatta sinemaya giderken bile arkadaşların olmalıydı yanında. Çünkü kendi başımıza nasıl vakit geçireceğimizi bilmiyorduk. ‘Yalnız’ bir yapıyorsan hiç arkadaşın yok demekti. Çocukken yalnız oynadığımız oyunları unutmuş, başkalarına bağımlı hale gelir olmuştuk büyüyünce.
Hayat seni çağırdında…
27 yaşında işimden istifa edip, ilk defa tek başıma yurt dışına çıktığımda tüm vücudum tir tir titrerken, asıl korkum tek başına olmaktı. O büyük korkuları aşıp kendimi ilk kez bilmediğim sulara attığımda doğuştan gelen dürtüyle hemen yüzmeye başlamıştım. Sinemaya bile tek başına gidemeyen ben, tek başına nasıl vakit geçirildiğini bilmeyen ben, bilinmez sularda yüzmeye başlayınca epeyce şaşırmıştım. İnsanoğlu her şeye alışır derler. Öyleymiş, alıştım. Ve ben işte bu yolculukta öğrendim ‘yalnız’ vakit geçirmeyi, ‘yalnız’ seyahat etmeyi.
Seyahatin ve yalnızlığın özgürlüğü damarlarımdan hızla kana karıştı takdir edersiniz ki… Kısa seyahatlerin ardından, en büyük hayalim olan uzun süreli yolculuğa işten çıkarıldıktan ve 7 yıldır kirada oturduğum ev satıldıktan sonra tüm eşyalarımı satarak 37 yaşında çıktım. Sanki 10 yıl öncesi; aynı ‘tir tir titreme’ler, aynı korkular… Belki de biraz daha şiddetlisi.
Hem de “kadın başına”
Daha önce hiç gitmediğim Asya ülkeleri içine 10 kiloluk çantamla beraber tek başıma yola koyuldum. Asya tam bir kaostu ve ben bu kaosun içine kendimi bırakmıştım. Hem de bir başına ya da genel tabirle “kadın başına”. Toplumun 37 yaşında bir kadından beklediği usturuplu ve daha önceden organize edilmiş yaşam biçimini elimin tersiyle itivermiştim. Ne kariyer yapmıştım ne çocuk…. 37 yaşında bir kadın tüm eşyalarını satıp, sırtına çantasını alıp kafasının estiği yere gider miydi? Giderdi elbet. Öyle de güzel giderdi ki hem de! Gittim de zaten! Kendi gücümün hiç farkında olmadan attım kendimi yollara.
Yalnızlık paylaşılır!
Yolculuğun ilk günlerinde güçsüz ve tedirgin çırpan kanatlarım, ben korkularımdan sıyrıldıkça güçlendi. Güçlendikçe kanatlarım daha da açıldı, kanatlarım açıldıkça özgürleştim. Uçtum, yuvadan uçtum. Konfor alanımdan uçtum. Zihnimde yarattığım korkularımdan uçtum. Bana öğretilen basmakalıplardan uçtum. Uçtum, uzaklara uçtum, korkusuzca. Kendimle vakit geçirmeyi öğrendikçe, kendimi tanır oldum en çok. Kendimi tanıdıkça sever oldum. En çok da her istediğimi yapabilmeyi sevdim, en çok da ayaklarımın üstünde durabilmeyi. Gücümün sınırsızlığını gördükçe daha cesur olmayı sevdim. Ormanın derinliklerinde kaybolmayı, kaybolduğum ormanın derinliklerinde kendimi bulmayı sevdim. Hiç yapamam dediğim şeyleri yapmayı sevdim. Önyargılarımın ve mükemmeliyetçiliğimin domino taşı gibi tek tek yıkılmasını sevdim.
Yalnız seyahat etmek aslında bir anlamda Frederic Gros’un ‘Yürümenin Felsefesi’nde betimlediği gibidir benim için: “Yalnız değilizdir işte, çünkü yürürken çevremizdeki ağaçların, çiçeklerin, canlı her şeyin yakınlığını sevgisini kazanırız. Ve son olarak yürürken hiçbir zaman yalnız değilizdir çünkü yürüdüğümüzde çok geçmeden iki kişi oluruz, özellikle de uzun süre yürüdükten sonra. Demek istediğim tek başına olsak da bedenimizle ruhumuz arasında bir diyalog her zaman vardır.”
Ruhunuzu korumanın en güzel yolu
16 aylık yolculuğum boyunca “Kadın Başına” ile başlayan cümlelere inat, evet kadın başına çıktım yola. Yalnız gezen erkek gezginden çok kadın gezgin gördükçe daha da mutlu oldum, daha da güçlendim. Motor kazası yapıp omzumu çatlattığımda, gözümden tek bir damla yaş gelmeden 90 kilometre boyunca kırık omuz motor kullandığımda gördüm o gücü. 62 yaşında çantasını sırtına alıp 6 ay Asya’yı dolaşan Belçikalı Pascaline’de gördüm o gücü. Depremde evleri yıkılıp 7 kişi bir çadırda yaşamaya çalışırken ailesini patik örerek ayakta tutmaya çalışan Nepalli Soyam’da gördüm o gücü.
Tıpkı, Clarissa P. Estes’ın ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ kitabında yazdığı gibi:
Eğer kalıba uymaya çalıştıysanız ve bunu beceremediyseniz, şanslı olduğunuz söylenebilir. Bir şekilde dışlanmış biri olabilirsiniz, ama öte yandan ruhunuzu korumuşsunuz.