Burak Günbal, C'empRe
Çok yazan, hep çizen, danışmanlık da eğitim de veren şahane bir Kolektifli daha
Yaptığın işi nasıl özetlersin? Kendini insanlara nasıl tanıtıyorsun?
Yeteri miktarda yönetim danışmanlığı, bir yemek kaşığı pazarlama uzmanlığı, bir avuç dolusu bağlılık çözümleri, az biraz deneyim tasarımı, biraz da veri yönetimi uygulamaları, bir çay bardağı eğitimcilik, bir çimdik içerik üretimi, kulak memesi kıvamında konuşmacılık ve üzerine bir kepçe ılık girişimcilik harmanlanıp mayalanmaya bırakıldığında, benim işim ortaya çıkıyor.
Kahramanın kim?
Kahramanlara inanmıyorum fakat adının önündeki unvanları düşürdüğünüzde hâlâ eserleri ile ayakta kalan simaları, ilham verici ve saygıdeğer rol modelleri olarak görüyorum. Kaptan-ı Derya unvanını alsanız da elinden, Piri Reis her daim Piri Reis mesela.
Çocukken en sık kurduğun hayal neydi?
İlki, -belki de Neil Armstrong ismini bilen tüm çocuklar gibi-, astronot olmaktı. Bunun için ilkokul sınıfımda küçük bir fon kurmuşluğum bile olmuştu. Ortaokul ve lise yıllarında ise pazarda fark yaratacak bir dergi çıkarma hayaliyle yaşadım. Üniversite yıllarında -ki artık çocuk değildim-, iyi bir akademisyen olmayı düşlerdim. Hiçbirisi olamadığım için galiba, şimdilerde hepsi olmaya çalışıyorum.
Yaşayan hangi tarihi ya da hayali çizgi kahramanla arkadaş olmak isterdin?
Arkadaşlarımdan memnunum ama Aristo’nun sınıfında öğrenci, Biruni’nin kitaplarında kısa da olsa bir cümle, İskender’in ordusunda sıradan bir haritacı, Hayyam’ın rubailerinde şaraba ve aşka dair bir mısra, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde kirli bir sayfa, Kanuni’nin hareminde işveli bir cariye, Sinan’ın yanında, ustanın ışık gördüğü bir kalfa, Leonardo’nun yanında getir götür işleri verilen bir çırak, Orhan Veli’nin rakı şişesinde bir sardalya (tam mevsimi), Yaşar Kemal’in rakı masasında yancı, Louis Armstrong’ın çaldığı Chicago’daki barlardan birinde müşteri, Fikret Mualla’nın Paris sokaklarını anlattığı bir resminde balon tutan bir çocuk, Nazım’ın herhangi bir sevgilisi, ‘Hey You’ çalarken Gilmour’un elindeki gitar, Herman Hesse’nin, Orhan Pamuk’un ve Bukowski’nin kitaplarında süklüm püklüm bir anti-kahraman, Steve Mccurry’nin vizöründe renkli, Ara Güler’in gözünde siyah beyaz bir kompozisyon, PJ Harvey ve Nick Cave, Henry Lee’nin klibini çekerken kamera arkasında çalışan bir ışıkçı, Steven Tyler ‘Dream on’ diye sesinin oktavlarını zorlarken mikrofona bağlı bir fülar, Simpson’ların bir bölümünü seslendiren içi hala çocuk bir TV ünlüsü, Monroe’nun yatağında uyanan, puro ve briyantin kokan bir centilmen, Can Baba’nın ağzındaki küfür, Sorrentino’nun bir filminde oynayan bunak, aksi ve az konuşup çok düşünen bir ihtiyar, Madonna’nın arkasında yer alan ve tamamen kastan mütevellit bir dansçı, Karsu Dönmez’in ilk piyanosu, Demirkubuz’un zihnindeki öfke, Ceylan Ertem’in kedisi ve son olarak Oktar Türel’ün son sınıflara verdiği son dersinde yeniden öğrenci olmayı çok isterdim.
Kolektif'te farklı mesleklerden insanlarla aynı ortamda çalışıyorsun. Kimden, ne öğrendin?
Çeşitlilik muhteşem; bir yandan ‘metabolizma hızını’ öğrenirken diğer taraftan ‘SEO optimizasyonunu’ konusunda kendimi geliştirebildiğim harika bir ekosistem burası ama bende en çok iz bırakan, sanırım Kolektif’in kendi hikayesi ki bu nefis hikayeden, ‘kağıda dökülmüş bir hayalin artık bir amaç olduğunu, basamaklara ayrılmış bir amacın artık bir plan olduğunu ve aksiyona geçilerek arkasında durulan bir planın, hayallerin gerçekleşmesini sağladığını’ görerek öğrendim.
Burada yaşadığın en tatlı anını anlatsana.
Toplantıya gelen misafirimin çıkışında kendisi ile tanıştırmaya başladığım ve birken birkaç olan Kolektifli dostlarımla, muhabbetin koyulaşıp önce misafirimle arkadaşlığa, akabinde birlikte iş yapmaya oldukça hızlı dönüşebilmesi, beni çok mutlu etmişti.
İşte "şimdi çuvalladım" dediğin bir an oldun mu? Durumu nasıl toparladın?
O kadar çok oldu ki... “Hayatta başarısızlık yoktur, ya başarırsın, ya öğrenirsin”. Ben de hep öğreniyorum diye düşünerek ayağa kalktım. Beckett’in meşhur sözü, “Hep denedin, hep yenildin. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.” ile ilk kez Demirkubuz’un ‘Masumiyet’ filminde tanışmıştım ve her çuvalladığımda yeniden anımsarım.
Hayat sloganın?
O anki ruh halime ve gündeme göre çok değişiyor ama genel itibari ile olabildiğince sevmeye, mümkün olduğunca kolaylaştırmaya, tutkuyla üretmeye, sınırsız biçimde ilham almaya ve vermeye, imkansızı bir kenara bırakıp hayal etmeye, konulara ve kişilere samimiyetle yaklaşmaya, en çok da her zaman olumlu ve yalın düşünmeye gayret ediyorum. Çoğu zaman beceremesem de bazen tüm bunların işe çok yaradığı zamanlar oluyor.